Author: on the way to wonderland
•15:50

Kaybolmak... Dinlediğin şarkılar içinde, gerçekle hayal arasında bir yerlerde, umutlarınla sevdiklerin, yapmak istediklerinle para kazanmak uğruna harcadığın çabaların, duyduklarınla duymak istediklerin, düşüncelerinin arasında, hayatın derinliklerinde, ruhunun gerginliğinde; derslerin içinde belki, belki kaçarken kaybolmak...

Bazen ararken özlediğin geçmişi, ya da sadece bulmaya çalışırken kaybettiklerini; farkedersin ki anıların geçmişinde, umutların geleceğinde kaybolmuş, sen şimdide kaybolmuşsun. Karıştırırsın bazen kelimelerini, hissettiklerini ve nereden nereye geldiğini anlatmaya çalışırken; kaybolan sensindir aslında, kaybolmayı tanımlamayı denerken...
Beyninde hatıralar kopuklaşır, yitirdiğin benliğin midir yaşarken; yoksa dedikleri gibi ileri adım atmaktan ibaret midir hayat? Belirsiz attığın her adım yürümektir hayata, zaten hayat dediğin belirsizliklerle boğuştuğun bir hediye değil midir ki? Kaybolursun yine yaşamın anlamını sorgularken, anın tadını çıkarmanın ne demek olduğunu keşfetmeyi denerken ya da attığın her adımın geleceğini garantilemek için olması gerektiği klişesini sorgularken.
Yine başka bir şarkı başlar az önce parçalarını sıraladığın müzik listenden. Yine melankolik bir şarkı çalan; yazmana yardımcı olan, kaybolmanı sağlayan, kaybolmayı tasvir etmek yerine yaşamanı destekleyen hatta sana ilham veren.

Bugünün tarihi ne? Kaçıncı gün bitti ömrümüzden? Bilmediğin kaç gün kaldı hayatında yaşayacağın; azap çekeceğin, mutlu olacağın, sahte davranacağın, kendini kandıracağın, alkol alıp ağlayacağın, yalnız kalmaktan korkacağın, iyi kötü notlar alacağın, proje yapacağın, üstünü başını sigara kokutacağın, patronunla tartışacağın, hastalanacağın, hayatından birilerini atacağın, hayatına birilerini alacağın, sevgiline sarılıp huzur bulacağın, Sabancı
Üniversitesi’nin gölünün kenarında suya bakarak bir şarkı dinleyip beyninin derinliklerine dalmayı özleyeceğin, bir partide dans ederek zamanı unutacağın, sevdiğinin elini tuttuğunda heyecanlanacağın ya da annenin mezarının başında ağlayacağın? Kaç gün kaldı seçtiğin yoldan vazgeçmene, ya da vazgeçmeyip sadece yürümeye devam etmene? Kaç gün kaldı göz yaşlarını silmene? Kaç gün kaldı ölmene?

Kaybolmak; hissettiğin her duygunun birbirine zıt olmasının korkusu içinde. Ben mi garibim, insanlar mı düşünmüyor diyerek geçirdiğin her saniye kaybolmanın tanımıdır aslında. Kendini farklı hissedersin; bu farklılık güzellik değildir, karakterin de değildir, hatta zekan veya yeteneklerin bile değildir; bu farklılık içindeki savaştır; kendi kendine boğuştuğun benliğindir. Hep senden güzel veya daha çirkin birilerinin varlığını görürsün; yaratılış veya anne babanın genleri der geçersin. Hep senden daha olgun, daha anlayışlı ve daha sakin insanların varlığını gözlemlersin; ben böyleyim der geçersin. Hep senden daha zekisini, daha başarılısını, daha kolay çözümler üreten birilerinin varlığını fark edersin; benim aklım bu kadarını alıyor, benim elimden bu kadar geliyor der unutursun. Ama bir bakarsın herkes sisteme ayak uydurmuş; herkes hayatın akışında sürükleniyor, insanlar işe gidip geliyor, herkes trafikte radyo dinleyerek ilerliyor, aile kuranlar ve mezunlar para kazanmak için çalışıyor, birileri doğuyor, birileri büyüyor, birileri ölüyor, herkes yaşamını kabulleniyor, kimse sorgulamıyor. Kaybolan ben miyim hayat içinde yoksa onlar mı?

Birileri şarap şişesi içinde kaybolurken diğerleri hesaplamalar içinde kayboluyor, başkaları da kendi hayali dünyalarında yönlerini şaşırıyor; aslında kimse farkında değil, ne alkolikler, ne işkolikler ne de deliler; sanırım hayatın kendisi kaybolmak. Ders yaparken ailenin halini hatırını sormayı unutmak, geç saatlere kadar mesai yaparken evde babasının kucağını bekleyen bebeği unutmak, akıl hastanesinde yatarken kim olduğunu unutmak, içerken sevdiğin insanların üzüntülerini unutmak, elinde ilaçlar ölmeyi seçerken seni sevenleri unutmak; hayatın ta kendisi!

Kaybolmak; herkesin her gün hissetmeden yaşadığı bir kavram, hayatın çıkmaz sokak haline geldiği anlarda sarfedilen bir kelime, arkadaşına kahve içmeye giderken arabasıyla sağa değil de sola dönen bir kadının gerçekleştiğini sandığı bir eylem. Her harfe yüklenen ses, her kelimeye yüklenen anlam birileri için farklı olabiliyor; keşke her kaybolmak yanlış sokağa sapmak kadar geri dönülebilir olsa... Araba kullanırken geri gitmek debriyaja basıp vites değiştirmek kadar kolayken, hayatın viteslerinin ileri yönde olması ne kadar acı aslında bazen. Kim hayatında sarfetmemiştir ki keşkeleri? Asla geriye dönmeyen ve git gide hızlanan bir araba hayat. Kaybolduğunda tek çarenin başka bir çıkış olduğunu bilmek korkutucu kimi zaman. Ya köprüden önceki son çıkışta yanlış yolda olduğunu farkedenler? Koskoca bir zaman dilimi harcamak zorundalar tekrar geldiği yere dönmek için. Ya hayat o kadar zaman içermiyorsa?

Nefes aldığın her an şanslısın belki de. Belki de kaybolduğun her an hayatın gerçekleriyle yüz yüzesin. Anın tadını çıkarmayı öğrendiğinde kaybolmak zevk bile verebilir sana, başardığın şeyler diplomadan veya para kazanmaktan daha öte iç huzurunu bulmaksa eğer... Kaybolmakla iç huzuru bulmak farklı kavramlar mıdır acaba? İç huzuru beyninin kopuk akışına izin vermek belki de senden istenilenin tam tersine. Bu bir denemeyse eğer, ve ben beynimin içinde kaybolmama izin verdiysem, denememe katmak istediğim cümleyi yazacağım kaybolarak... Annemi özledim! Hayır, annemi kaybetmedim, yanıbaşımda hala, bir telefon uzaklığında ama annemi hissetmeyi özledim; desteğini, sevgisini, sıkı sıkı sarıldığında dünyadaki varlığımı unutmayı özledim. Ama hayır, onu kaybetme korkusunu özlemedim, onun olmadığı gün nasıl ayakta kalacağımı düşünmeyi özlemedim, rüyalarımda her gece mezarının başında ağlamayı özlemedim. Evet, hayatımda en çok annemi sevdim; onun kollarında kayboldum hep; her korktuğumda, her başarısızlığımda, her utancımda...
Kayboldum yine bir şarkının içinde; yani düşünüyorum acaba yalnız değil miyim de benim gibi hisseden birileri var mı diye. Tamamen beni yansıtmamakla beraber beni etkileyen şarkıları yazanlar da hayatı, kaybolmayı, sevgiyi, anlamları sorguluyor mu diye. Peki, bir cevap bulabiliyorlar mı acaba? Ben neden bulamıyorum? Neden emin olamıyorum kendine tekrarladığım cevapların bu dünyaya uygunluğundan hatta uygulanabilirliğinden? Sorularımın içinde kayboldum şimdi de...

Kaybolmak; insanların kullandığından çok daha fazla anlam yüklü bazılarının hayatında. Birileri için içinden çıkılmaz bir kaosken birileri için gerekli ve hayatın anlamını taşıyan bir olgu. Kelimeler yetmez der birileri; aşk için kullanırlar çoğunlukla, hissettiklerini anlatmaya yetmez varolan diller; birileri der ki bazı şeyler anlatılmaz yaşanır. Ben neyi deniyorum şuan? Bir kavramı anlatmak için kelimeleri yeterli kılmaya ve aktarmak için yaşamaya çalışıyorum. Sanırım yaptığım şey yine beynimde kaybolmak, yine hissetmek, yine kendimi zorlamak. Babam der ki hep, bu şehrin, bu ülkenin, bu dünyanın en aşağılık işini yaparken bile layıkıyla yap. Şu an iç huzurumu buldum çünkü sanılanın tersine mühendislik okurken, resim yapmaktan sonra en sevdiğim şeyi; yazmayı layıkıyla yapıyorum, hak ettiği gibi; severek! Bölüm seçerken kaybolmuşum sanırım; yeteneğim yerine zekamı seçmişim. Ama ne fark eder ki? Hala bir şansım var huzurumu bulmak; kaybolmak için!

Bir zamanlar yine kaybolmuştum, yazmak için değildi, hayatı çok anlamlı bulduğum bir dönemde değildim belki de. Bu benim ilk yazım değil; o zaman da yazmışım hayatta kaybolmak üzerine. Demişim ki gerçekten sahip olduğumuz şeyler sadece emanet; biz farketmeden bize teslim edilmiş, günü gelince geri alınmak üzere. Kaybedersin istemeden, farketmeden. Gözünü tekrar açtığında gerçekle, doğruyla hayali, yanlışı, hatayı karıştırıvermiş buluyorsun kendini. Belki de herşeyi tersine döndürmüşündür bir anda ve tüm zıtlıklarının içinde kayboluvermişsindir tek bir nefes alışında. Kelime bulamazsın boğuluşunun çaresizliğini tarif ederken. Kendi eserine, kendi hayatına, kendi elinle oynadığın oyunlarına kendin kanar, kendin yakarsın. Ve yine bomboş çırpındığını hissedersin en derinden. Sen toplamaya çalıştıkça rüzgar dağıtır saçlarını, sığınacak bir ağaç bulamazsın kaybolduğun kumsalda.

Beynim yine atlama yaptı konudan konuya, yine bir önceki konuyu kaybetti hafızasında. Aklıma geldi de şimdi sınır çizgisinin ötesi şizofreni denilen bir hastalıkmış. Toplum denilen olgu şizofreniyi psikolojik hastalık olarak tanımlıyor. Peki. Ben eğer kaybolmayı kendi dilimde, kendi beynimde olduğu gibi açıklarsam ve eğer ortaya çıkacak şey benim tarafımdan hastalığın ötesinde bir gerçeklik olarak yansıtılırsa size? O zaman diyorum ki...

Son kez kaybolmak; hem sevmek hem de nefret etmek, hem unutmak hem de her an hatırlamak, hem özlemek hem de unutmak, hem fiziken bir yerde birini dinlemek hem de ruhen başka yerde olmak, hem aşık olmak hem de çekip gitmek istemek, hem bağlanmak hem de bağlanmamasını istemek, hem özlemek hem de bir daha görmek istememek, hem içmek hem de sarhoş olamamak, sigarayı içine çekerken hem mutlu olmak hem de seni öldüreceğini bilmek, hem çalışmak hem de kötü not almak, hem ağlamak hem de hiçbir şey hissetmemek, hem gülmek hem de tepkisiz olmak, hem acımak hem de dalga geçmek, hem ölmek hem de yaşamak, hem yetenekli olup hem de resim yapmamak veya çizmemek, hem hissederek yazmak hem de yazdığını anlamamak, hem denemek hem de güçsüz hissetmek...

NOT: Sabancı Üniversitesi Deneme Yarışması Mansiyon Ödülü
This entry was posted on 15:50 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

4 yorum:

On 20 Ağustos 2009 11:50 , Unknown dedi ki...

Çok güzel anlatılmış..Bayıldım..

 
On 20 Ağustos 2009 16:41 , anula dedi ki...

sölicek söz yok ...

 
On 11 Mart 2010 12:42 , ufuk demircioğlu dedi ki...

çok merak ettim; geçip bitmek bitmek bilmeyen bu karmaşa ya da tabiriyle hayat için şimdi ne düşünür Beril?
acaba sorgulaması azaldımı yoksa gelip geçen bir düşünce düzenimi bu yazılan?

 
On 11 Mart 2010 13:17 , on the way to wonderland dedi ki...

Benim açımdan hayatı sorgulama biterse eğer sorgulamaya başlamış olmanın bir anlamı kalmaz. Bu yazıyı yazalı 2 yıl oldu, ne değişti dersen, çok önemli bir şey değişti; hayatın gösterdiği yolla gitmek istediğim yol çakışmadı ve ben kendi yolumu tercih ettim: hayallerimin peşinden koşmak. Gerçekleşmeyecek bile olsalar peşinden gitmenin verdiği huzuru keşfettim. Kendini tanımak bitmeyen bir süreç ve bu süreç benim varolma sebebim sanırım.
Böyle güzel bir soru için teşekkür ederim.