Author: on the way to wonderland
•00:45

 Dünya Klasikleri okumaya karar verdiğim bir dönemdeyim. Yalnız, bu kararıma ‘Madame Bovary’ ile başlamış olmak, okuma alışkanlığımı sorgulamama sebep oldu. Genellikle, okumaya başladığım bir kitabı en geç üçüncü – dördüncü günün sonunda bitirmiş olurdum; doğru mu yanlış mı bilemiyorum ama zaten mezun olmak üzere olduğum için kendime zaman ayırmam zorken ve gelecekle ilgili tereddütlerim kafamı iyiden iyiye kurcalarken kitap okumak kendimi iyi hissettiriyor; satın aldığım tüm kitapları da mümkün olan en kısa zamanda okumak istiyorum. İşte ben böyle ‘bütün kitapları okuyacağım’ derken ‘Madame Bovary’ inanılmaz detaylı tasvirleriyle okuma hızımı epey yavaşlattı; geldiğim yere kadar iki hafta geçti. Klasikler aslında konusuyla sürükleyicilik değil de, dili ve anlatımı ile edebiyatın güzelliğini göstermeyi hedeflemiş izlenimi bıraktı üzerimde. Tam da bu noktada, belki de klasiklerden, olması gerektiği kadar çok sayıda okumadığımdan, belki de klasiklerden tat almayı ve özümleyebilmeyi öğrenmeyi istediğimden, diğer yandan da ‘çok okumak’ tatminimden vazgeçemediğimden ötürü, ‘Madame Bovary’ ye ara verip, bu süre içerisinde akıcı bir roman okumayı tercih ettim. Özellikle cep boy kitaplara duyduğum sempati, kitap alışverişim esnasında onları es geçmememe sebep oluyor. Yine D&R’da alışveriş yaptığım günlerden birinde, cep kitaplarının durduğu rafların önündeyken gözüme ‘Kızlar Aşık Olmaz’ çarpmış ve satın almıştım. ‘Madame Bovary’ ye ara verdiğimde bu kitabı okumaya karar verdim.
Gerçekten de okuma alışkanlığıma uygun bir yapısı var kitabın; iki gün içerisinde bitirdim. Roman, üç kişiden oluşan bir arkadaş grubunun, kendi liselerindeki ilişkiler üzerinden, kadınların sadakatsizliklerini ve yalanlarını ortaya çıkarmak için giriştikleri bir deney üzerinden ilerliyor. Kitaptaki ana üç karakter –Lefter, Çisil ve Burak– deney boyunca aşkı sorgulamakta, ümitlerini kaybetmekte ve aldatılmayacakları, dürüstlükle yürüyecek bir ilişki bulamayacaklarını düşünmektedirler. Nitekim, liselerindeki en masum görünüşlü kızların bile sevgililerine sadık olmadıklarını açığa çıkarırlar. Dikkatimi çeken ilk ayrıntı, bu grubun üyelerinden birinin kadın olmasıdır; Çisil. Roman boyunca erkeklerin kadınlardan hala ümitli olduğunu belirten tek ayrıntı Çisil’dir; ta ki biz onun da iç çalkantılarına seyirci olana kadar... Romanın sonunda Çisil’in de, kadınlardan tamamen ümidi kestiğini düşündüğümüz ana karakter Lefter’le olan ilişkisinde (aslında Lefter’in son umudu Çisil’dir), roman boyunca anlatılan tipik kadın karakterinin davranışını sergilediğine şahit olduğumuz anda ‘bütün kadınlar aldatır, ikiyüzlüdür’ mesajı alıyoruz yazardan.
Roman bittiğinde, bir kadın olduğum halde, sinirlenmedim yazara, hatta bu romanı okuyan kadınları düşünmeye yönelttiğini düşündüm. Yine de benim gerekçelerim yazarınkiyle aynı  olmayabilir; kadının genlerinde olan bir karakter yapısından değil de, bu toplumda, ailenin, tabuların uyguladığı baskıdan hala kurtulamamış kadının davranış biçiminden bahsediyorum. Yasaklar, ayıplamalar, cezalandırmalar dur durak bilmiyor hala toplumumuzda. Bir kadının dürtülerini, varlığını, isteklerini keşfetmesine, kabullenmesine ve yönetmesine hala izin verilmiyor ve çok az kadın, herşeyi reddederek kendini keşfetmeyi başarıyor.
Bunun yanı sıra, romanın lise çağındaki gençler üzerinden ilerlemesi ise henüz kendini tanımayan ve ne istediğini bilmeyen, dürtülerini mantık çerçevesine oturtamadan, bir yandan toplum kurallarına karşı çıkmayı içten içe istediği halde diğer yandan toplum tarafından ayıplanma korkusunun davranışlarına yön vermesine bilinçsizce izin veren kız karakterlerin yazarın tezini kanıtlamada işini biraz daha kolaylaştırdığını düşünüyorum. Yine de, üniversite çağını ele almış olsaydı, romanın tüm gerçekçiliği kaçardı; üniversite tuvaletinde dedikodu yapmak üniversite kızlarının pek de rağbet ettiği bir şey değildir; en azından benimkinde.
Yine de, romanda anlatılan bu ‘aşkı bilmezlik’ ve ‘aşkı acımasızca ayağa düşürme’ hallerinin kadınların lise çağlarında olduğu gibi ileriki hayatlarında da devam ettirdiğinden emin değilim; en azından bir kısmının. İnsan (kadın-erkek ayrımı yapmaksızın) denemeli, görmeli, hata yapmalı, acı çekmeli ve çektirmeli ki kendini tanıyabilsin; isteklerini, beklentilerini keşfedebilsin ve kendini, kendi prensipleri ve kuralları çerçevesinde (toplumun değil!) yönetebilsin. Hiçbirimiz egomuz, gururumuz, mutluluğumuz yerle bir olsun istemeyiz; hepimizin içinde birer egoist yatar hatta. Önemli olan bu egoyu yoketmek değil, yönetebilmektir.
Cem Şancı’nın romanını da beğenmemin en büyük sebeplerinden biri, her şey olup bittikten sonra Burak karakterinin kurduğu cümle oldu:
“İnsan aşkını ve nefretini kontrol edemiyorsa, geriye ne kalır dostum? Bizleri, rüzgarda savrulan bir yapraktan daha anlamlı canlılar yapan şey hayatımızı kontrol edebilmek yetisi değil midir?” (sf. 305)
Cem Şancı’nın, bu romanında karakterlerini bu kadar açıkça aktarabilmesi diğer romanlarını da en kısa zamanda satın alıp okuma planı yapmama sebep oldu. Çisil, romanın ‘umutsuz son’ la bitmesine neden olduysa bile, roman bittiğinde ben umutsuz değildim; erkekler için de kadınlar için de her zaman bir yerlerde uyumu yakalayabilecekleri birileri vardır bence. O ‘mükemmel’ erkeği ya da kadını bulmanızı asla dilemiyorum; ‘uyumu yakaladığınız’ kişiyi bulmanız dileğiyle...

This entry was posted on 00:45 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

2 yorum:

On 6 Nisan 2010 12:09 , Ayşe'nin Kitap Kulübü dedi ki...

Merhabalar;

Sanıyorum bazı kitapların okunma zamanı var. İnsanın ruh haline göre değişkenlik gösterebiliyor. Hele hayatın hızlı aktığı, kararların alındığı veya alınması gereken dönemlerde derin ruh incelemeleri ve tasvirler sanki bu gidişatı yavaşlatıyor izlenimi verebiliyor insana. En azından ben de dönem dönem böyle olmuştur.

Madame Bovary'yi görünce dayanamadım yazayım dedim. Kitap kulübümüzde önümüzdeki ayın sunum sırası ben de ve seçtiğim kitap da Madame Bovary. Bunu seçmemin sebebi -hani çeşitli listeler yapılır ya hep- Notos adlı dergide okunması gereken 40 roman arasında sayılıyor ve modern romanın öncüsü kabul ediliyor. Bu kitabı 12 yaş gibi manasız bir yaşta okumuş olduğumdan bir klasik romanı nasıl değerlendirmem gerektiği konusunda bir yetim yoktu ve öylesine bir romandı benim için. Ama klasikler için bir geçnlikte, bir orta yaşta (ki ben) bir de yaşlılıkta okunması gerektiğini söylediklerinden bunu test etmek amaçlı bu kitabı seçtim. Bakalım ne olacak?

Ama Madame Bovary'ye başka bir gözle bakabilmeniz amacı ile size bir site adresi yazıyorum. Woody Allen hikayesi Umarım hoşunuza gider.
http://woodyallen.art.pl/eng/kugelmass_episode.php


Sevgilerle,
AYŞENİN KİTAP KULÜBÜNDEN
BİLLUR

 
On 6 Nisan 2010 17:34 , on the way to wonderland dedi ki...

Çok değerli yorumunuz için size çok teşekkür ederim. Önerdiğiniz öyküyü en kısa zamanda okuyacağım. Ayrıca bugün aldığım yeni bir dergi var, adı 'Roman Kahramanları'. Ben de bu dergiyi bu ay keşfettim, zaten 2. sayısıymış. Bu sayıda Emma Bovary incelemesi yapılmış 5 ayrı kişi tarafından (ikisi akademisyen olmak üzere). Şöyle bir göz atabildim sadece, onu da en yakın zamanda okuyup Madam Bovary'yi okumaya geri dönme şevkini edinebileceğimi düşünüyorum. Belki siz de bu dergiden yararlanabilirsiniz incelemeniz esnasında. Yeniden teşekkürler, sunumunuzda başarılar ve iyi eğlenceler.

Beril Kanık